15 Ocak 2012 Pazar

Huzur Cemaattedir, Yalnızlıkta Değil


İslâm tevhid dinidir ve bizden tevhid (Allah rızası etrafında birlik) istemektedir. Bir mümin olarak bu tevhide (birliğe, cemaate) kalben, fikren, fiilen, kısacası hayatımızla iştirak etmemiz gerekmektedir. Ne yazık ki günümüzde müslümanların en büyük sıkıntısı birlik şuurundan uzak bulunmaları ve cemaatin ne kadar gerekli olduğunu unutmuş olmalarıdır.

Dinimiz ancak cemaatle yaşanır. İnsanın kemalâtı cemaatle tamam olur. Cemaat ne denli zahmetli olsa bile, kişinin yalnızlıkta bulduğunu zannettiği bütün rahatlıklardan daha hayırlıdır. İslâm’ın öngördüğü cemaatte Allah’ın emirleri karşısında herkes; kuvvetlisi, zayıfı, efendisi, kölesi, hâkimi, mahkûmu, amiri, memuru eşittir. Üstünlük sadece takvâ iledir. Hz. Peygamber (s.a.v),

“İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır”32buyurmuştur.

Bu hadis-i şerifte işaret edilen faydalı olabilme, ancak insanlarla diyalog kurup kaynaşmakla, yani cemaat olmakla mümkündür.

Müslümanın Allah yolunda takvâ için birlik olmaları farz-ı ayındır. Müminin asıl yaratılış gayesi tevhid akidesi üzere ve cemaat disiplini içinde ilâhî hükümleri hayatına tatbik etmektir. Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’tan tam mânasıyla korkun ve ancak müslüman olarak can verin. Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a, ihlâsa, taate, cemaate) sımsıkı sarılın, dağılıp parçalanmayın.”33

Görülüyor ki rabbimiz, müminlere önce kendisinden tam mânasıyla korkmayı emretmiş, sonra müslüman olarak ölmelerini istemiş ve bunun yolunun hep birlikte Allah’ın ipine, yani Kur’an ve sünnet çizgisinde cemaate sarılmakta olduğunu bildirerek bu ipe tutunmayı farz kılmıştır.

Cenâb-ı Allah ayrılığı, bozgunculuğu ve çekişmeyi de yasaklamıştır. Âyet-i celilede, “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Böyle davrananlar için büyük bir azap vardır”34 buyuruluyor. Başka bir âyet-i kerimede rabbimiz, müminlerin nasıl birlik halinde olmalarına işaret ederek şöyle buyuruyor: “Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” 35

Hz. Peygamber Efendimiz de (s.a.v) birçok hadis-i şeriflerinde, cemaat halinde olmayı emretmiş, ayrılıktan, tefrikadan müminleri şiddetle menetmiştir:

“Cemaat halinde olmanız gerekir. Ayrılıktan sakının. Şeytan tek kalanla beraberdir. İki kişi beraber olandan daha uzaktır. Kim (iman selâmetiyle ölüp) cennetin tam ortasında olmak istiyorsa cemaate yapışsın. Kimin iyilikleri kendisini sevindiriyor, kötülükleri de üzüyorsa o kâmil bir mümindir.” 36

“Şüphesiz Allah Teâlâ ümmetimi sapıklık ve fitne üzerinde bir araya getirmez. Allah’ın eli (rahmet desteği) cemaatle birliktedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe gider.” 37

Dünyevî çıkar ve hesaplarımıza uymasa da bütün müminleri kardeş bilip onlara kalbimizde değer, meclisimizde yer vermemiz icap etmektedir. İnsanın yaratılışındaki cevher, birlik ve hizmet içinde ortaya çıkar.

Cemaat topluluktur. Topluluk olunca, idare edenlerin olması da kaçınılmazdır. “Ülü’l-emr” diye de vasıflandırılan bu toplum idarecisine itaat, Cenâb-ı Hakk’ın bir emridir.

Allah rızasını talep eden her müminin en önemli vazifesi, kendi nefsinin keyfine değil, tâbi olduğu imama, yani ülü’l-emre uymaktır. Bu konuda rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere ve sizden olan amirlere de itaat edin.” 38

Fahr-i Cihan Efendimiz de (s.a.v) ülü’l-emre itaatin ölçü ve çerçevesini şöyle belirlemiştir:

“Müslümanın, başındaki imama (ülü’l-emr) hoşuna giden ve gitmeyen her hususta itaat etmesi gerekir. Ancak emredilen mâsiyet (Allah’a isyan) ise, o zaman durum değişir. Bu durumda (hiç kimse) dinlenmez ve itaat edilmez.” 39

“Hiç şüphesiz bana itaat etmeniz, Allah’a itaattir. Başımızdaki (benim vekilim, emîrim olan) imamlarınıza itaat etmeniz de bana itaat olmaktadır.”40

Allah yolunda tâbi olunan imama, verilen emir ve yapılan tavsiye hak olduktan sonra, acı tatlı her durumda itaat edilmelidir. Verilen bir emrin nefse hoş gelmemesi onun haksız olduğunu göstermez ve şahsî çıkarların zedelenmesi isyanı gerektirmez. Allah için yapılan bir işte nefsin keyfi amir olamaz, olursa o iş hak olmaz.

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Kim başındaki imamdan hoşlanmadığı bir şey görürse, sabretsin (hemen cemaatten ayrılmasın). Çünkü kim hak üzere giden cemaatten bir karış ayrılırsa cahiliye ölümüyle ölür”41 ikazıyla, müminin hak olduğu müddetçe cemaatten ayrılmaması ve ülü’l-emre itaat etmesi gerektiğini belirtmiştir.

Kısaca, Allah Teâlâ tektir, kullarından tek bir hedef etrafında tevhid (birlik, cemaat) istemektedir. Tevhid dini İslâm aynı hedef ve halde olmayı gerektirmektedir. Kalp ve düşüncesi, dert ve hesapları hak yolda bir olmayan kimseler tevhidin tadını alamaz. Bir çizgide buluşamaz, aynı atmosferi paylaşamaz ve İslâm’ın güzelliğine ulaşamaz. Allah rızası için birlik ruhu taşımayan, bu ruh ile cemaat olmayan, cemaat disiplinini gereksiz veya ağır bulan müslümanların bu dini temsil etmeleri mümkün değildir. Dinine cemaat ruhuyla ve birlik halinde sahip çıkmayanların, düşmanların oyununa gelip, bilmeden dinden çıkmaları muhtemeldir. Sırf kendi derdine düşmüş kimselerin en azından zillet içinde yaşamaları kesindir. İşte bunun için Allah yolunda cemaat olmanın hedefini, şeklini ve hukukunu bilip gereğini yerine getirmek farz-ı ayın olmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder